ON THE DIALECTICAL SOLUTION OF THE PROBLEM ABOUT RAPIDLY INCREASING NUMBER OF LAWYERS IN TURKEY
Hüseyin Can Demirkan[1]*
ÖZ
Bu çalışmada Türkiye’de son dönemde avukat sayısının hızla artmasına neden olan etmenler ve bunların yargıya getirdiği birtakım sorunlar tahlil edilmiş olup bu sorunların önüne geçilmesi için çeşitli uzmanlar tarafından yaygın olarak sunulan bir görüş tez, çalışma için geliştirilen başka bir görüş ise antitez şeklinde belirlenmiş; diyalektiğin bir gerekliliği olarak da bu iki görüşten bir sentez üretilmiştir.
Anahtar kelimeler: Hukuk fakültesi, avukat, yargı, diyalektik.
ABSTRACT
In this study, the reasons for the rapidly increasing number of lawyers in Turkey and the problems about jurisdiction were entreated, a thesis which is offered by specialists and an antithesis which is developed by this study were determined to solve these problems and a synthesis was produced as a necessity of the dialectic.
Key words: Faculty of law, lawyer, jurisdiction, dialectic.
1. TÜRKİYE’DE AVUKATLIĞIN BİR KİTLE HALİNE DÖNÜŞME NEDENLERİ VE BERABERİNDE GETİRDİĞİ SORUNLAR
Avukat: Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını aramayı, korumayı meslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartları taşıyan kimse[2].
Ülkemizde eğitimin nitelikli kılınması için verilen çabanın gösterdiği manzaradan zâhirdir ki tanımlara, formüllere ve ezberlere okul hayatının başlangıcından son bulmasına kadar olan yolculukta hatta üniversite denilen; bilimin, araştırmanın, yüksek tahsilin yapıldığı aşamada dahi ne yazık ki büyük önem atfedilmektedir. Buna dayanılarak ‘avukat’lığın güncel tanımı –sistemin böyle alıştırması üzerine- okunup ezberlenme ihtiyacına istinaden yukarıda yazılmış bulunmaktadır. Ancak çalışmanın asıl amacı; böylesi primitif bir öğrenme yoluna karşı çıkarak herhangi bir zihinsel aktiviteden nasibini almamış sınavlarla kolayca erişilen avukatlık mesleğinin kaybettiği itibarı geri kazandırmak gayesiyle mevcut sistemin nitel yönünün nasıl kuvvetlendirilmesi gerektiğini tartışmak, bu sisteme yönelik nicel değerlendirmelerin ise hangi aşamada devreye girmesi gerektiğini eytişimsel bir çerçeve içinde sunmaktır. Pek tabii, bu tartışmalar ülkemizde defalarca göz ardı edilmiştir ki her üniversitenin adeta bir şart haline getirdiği hukuk fakültesi açma hayali bu isteğin sayıca yüzlere tırmanmasına ve hukuk gibi önem arz eden bir disiplinin eğitiminde gereken kalitenin yok olmasına yol açmıştır. Bu yok oluş hâli eğitiminin kalifiye edilmemesinden kaynaklı olarak kuşkusuz hukukun bizzat kendisine de tesir etmektedir.
Bu cihetle hukuk fakültelerinin kantitatif açıdan artmasının yanında kalitatif yönünün azalması yani adaleti sağlayacak sistemin daha kendi içindeki teraziyi dengede tutamaması sorunu detaylı ve başlıksal incelendiğinde sunulan çözümlerin altında yatan sebepler daha aydınlık hâle gelecek, çalışmanın sistematiği de oturmuş olacaktır.
1.1. HUKUK FAKÜLTELERİNİN KANTİTATİF YÖNÜ: YÜKSELEN FAKÜLTE SAYISI
2010 yılında üniversiteler ve hukuk fakültelerinin sayısal verileri ile ilgili yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de bulunan 102 devlet üniversitesinin 25’inde, 52 vakıf üniversitesinin ise 33’ünde hukuk fakültesi; toplamda da 154 üniversitenin 58’inde hukuk fakültesi bulunmaktaydı[3]. Aradan geçen 10 yıl, 102 devlet üniversitesi sayısını 129’a, bu 129 devlet üniversitesindeki hukuk fakültesi sayısını da 88’e çıkarmakla beraber 52 vakıf üniversitesi sayısını 74’e, bu 74 vakıf üniversitesindeki hukuk fakültesi sayısını ise 45’e yükseltmiştir[4]. 23 Ekim 2020 tarihinde Balıkesir Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin de açılmasıyla beraber Türkiye’de toplam 133 adet hukuk fakültesi ve 207 üniversite vardır[5]. Bu verilere göre her yıl yaklaşık 20 bin hukuk mezunu, nüfusu yaklaşık 130 bin olan Türkiye Barolar Birliği’ne katılmaktadır[6].
Sonuca bakıldığında ise çığ gibi büyüyen avukat sayısının önünü almak için hiçbir adım atılmazken bu kadar avukatın nasıl iş bulup hangi şartlarda çalıştığı/çalışacağı da büyük bir merak konusudur.
1.2. HUKUK FAKÜLTELERİNİN KALİTATİF YÖNÜ:
DÜŞEN EĞİTİM KALİTESİ
Fakültelerin sayısal yönünün bu denli kabarık olması eğitimin verimliliği, kontrol edilebilirliği ve hataların düzeltilebilirliği açısından birtakım eksiklikler yaşatsa da bu durum yıllardır benimsenen muhafazakar hukuk eğitimi anlayışını terk ettirmemiş bilakis daha da benimsenmesine yol açarak nicel felaketin üzerine bir de nitel felaket koymuştur. Bilhassa batı ülkelerine bakıldığında hukuk fakülteleri neredeyse bir uygulamalı bilimler fakülteleri kadar aktif olmakta; dersler ödevler yaparak, sunumlar hazırlayarak, projeler geliştirerek ve farazi mahkemelerde söz alarak geçmektedir. Ülkemizde ise bunu yapan okul sayısının bir elin beş parmağını geçmemesi gerçeğinden daha kötü olan bir gerçek daha var ki o da okullar arası yaşanan bu eğitim niteliği farklılığının meslek hayatında avukatlar arasında daha fazla rekabete ve bilgi yelpazesinin paylaşılmayıp ketum bir tavırla saklanmasına dolayısıyla da mesleki dayanışmanın yok olmasına yol açmasıdır. Hâl böyle olunca büro sahipleri çalıştırdıkları stajyer avukatları gelecek rakibi olarak gördüğünden onlarla bilgilerini paylaşmamakta, avukatlar arasında sürekli bir çekişme hali yaşanmakta ve buna benzer daha nice durum aradaki uçurumun aralığını genişletmektedir.
Eğitimdeki pasifliğin, kitap ve nottan ibaret olan bilgi birikiminin ve okuldan okula değişen ders sisteminin yarattığı sonuç, artık dava kaybetmenin çok çok ötesinde; yargının, alınan eğitimin çabuk ve üstünkörü olmasından ötürü yavaş işlemesine ve fakülteler arasında bütüncül bir eğitim anlayışı ve yakın bir müfredat tarzı olmamasından kaynaklı olarak çözüme yakın bir çizgide işlememesine sebebiyet veriyor. Bu durum da her türlü davanın yıllarca devam etmesini, dosyaların karmaşık ve kabarık bir şekilde birikmesini sürdürüyor.
Üstelik hukuk gibi yazmaya, konuşmaya, akıl yürütmeye ve gerekçelendirmeye dayanan bir disiplin için sınavları test yapan fakültelerden konferans usulü ders anlatılıp tartışmanın ve fikir üretmenin mümkün olmayacağı kadar kalabalık olan fakültelere kadar birçok fakülte mevcut sistemin ne denli vahim olduğunu ortaya koymaktadır.
Elbette ülkemizdeki hukuk fakültelerinin nitel ve nicel özellikleri hakkında üzerine konuşulacak daha pek çok husus bulunmaktadır lakin bu çalışmanın gayesi her geçen gün biriken avukat sayısına müdahale edilme yollarının diyalektik çözümü olduğundan yukarıda sunulan veriler sorunun temel kaynaklarının anlaşılması ve aşağıda sunulan çözüm önerilerinin çizdiği çerçevenin etrafında değerlendirme yapılabilmesi açısından yeterli olmuştur.
2. AVUKAT YIĞINI SORUNUNA İLİŞKİN ÇÖZÜMLERİN DİYALEKTİĞİ
2.1. TEZ = “İHTİYAÇTAN FAZLASINA AVUKAT YETİŞTİREN HUKUK FAKÜLTELERİ KAPANSIN/GEÇİCİ OLARAK DURDURULSUN” GÖRÜŞÜNDE OLANLARIN SAVI
Bugün yargıdaki güven, işlerlik ve yavaşlık gibi sorunlar başta hukukçular ve politikacılar olmak üzere pek çok kişi tarafından ele alınmış bulunmakta ve bu sorunların ortak paydası yine pek çoğu tarafından son yıllarda artışı büyük bir ivme kazanmış hukuk fakülteleri olarak görülmektedir. Yukarıda açıklanan kantitatif incelemeye bakıldığında ve yaklaşık 80 milyon kişinin yaşadığı Türkiye Cumhuriyeti’nde geçen yıl ~130 bin olan avukat sayısının bu sene ~160 bine kadar çıkabilmesi ihtimali göz önünde bulundurulduğunda ülkede her 500 kişiden birinin avukat olmasının verdiği netice hayret ettirmekten öte iç karartıcı ve avukatlık mesleğini itibarsızlaştırıcı niteliktedir.
Her ne kadar tez ve antitezlerin görüş sahipleri olarak hukuk eğitimindeki niteliği artırmak istesek de bu isteğimizi gerçekleştirmede kullanmayı planladığımız araçlar tez sahiplerinin “niteliksiz fakülteler kapatılsın/geçici olarak durdurulsun” savlarının başladığı noktadan itibaren birbirinden ayrılmaktadır.
Bu görüşü savunanlardan Profesör Adem Sözüer, hukuk fakültelerinin ‘numerus clausus’ (sınırlı sayıda) olması gerektiğine değinirken ‘bir kasa, iki masa’ diye tanımladığı niteliksiz hukuk fakültelerinin geçici olarak faaliyetlerini durdurmasını talep etmekte ve ‘nitelikli avukatlık sınavı’ getirilmesini önermektedir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının layıkıyla gerçekleştirilmesini bu koşullara bağlayan Sözüer’in gayesi söz ettiği fakültelerin faaliyetinin durdurulmasıyla bitmemekte; eğitim vermeye devam etmesi gereken fakülteler için de müfredat reformu yapılmasının şart olduğuna değinmektedir[7].
Tez doğrultusunda görüş bildirenlerden biri de 2015-2019 yılları arasında Kırıkkale Barosu başkanlığı yapmış olan Av. Erol Çakır. Çakır, fakültelerin niteliğine de dem vurmanın yanında yetersiz görülen hukuk fakültelerinin kapatılması, sınırlı sayıda hukuk fakültesi ile ülkeye nitelikli hukukçu yetiştirme tarafındadır[8].
Son olarak bu meramları haberlerden TBMM gündemine taşıyıp hukuk fakültelerinin güncel durumunun tartışılmasını ve üstüne düşülmesi gerektiğini vurgulayan milletvekili Abdurrahman Tutdere ise dekanı hukukçu olmayan hukuk fakültelerinin, hukukun tecelli edebilmesi yolunda engel oluşturduğunu belirterek kapatılmasını dile getirmişti[9].
2.2. ANTİTEZ = İLGİLİ DEĞERLENDİRMENİN FAKÜLTE BAZINDA DEĞİL, KİŞİ BAZINDA OLMASI GEREKTİĞİ SAVI
Bütün bu tezleri tamamen reddetmemekle beraber ülkemizdeki pek çok hukuk fakültesinin kalitatif açıdan sorgulanması gereken eğitim standartlarına sahip olduğunu antitez başlığı altında da unutmamak mühimdir.
Esasen antitezin üretilmeye başlandığı nokta bu nitelik tahlillerinin eleştirildiği noktanın berisinde, fakülteye girmeye yeterli görülen sınavla başlamaktadır. Öncelikle her yıl adı ve içeriği değişen bir sınav sisteminin sunduğu -çalışmanın başlarında da belirtildiği üzere- ezbere dayalı, fikir üretip geliştirmekten azade olan çoktan seçmeli sorulardaki başarıya göre hukuk okumaya hak kazanılması az önce adı geçen ‘sistem’in varlığından şüphe ettirmenin yanında yargıya en çok zarar veren etmendir. Neticede bugünkü üniversite sınavı ile hukuk eğitiminde uygulanması gereken sınav arasında pek çok fark bulunmakta ve öğrenciler ya iyi addedilen hukuk fakültelerine girdikleri anda alıştıkları sistemden farklı bir sınav sistemine alışma sürecini tamamlayamadan fakülteden sudan çıkmış balık misali mezun olmakta ya da niteliksiz diye addedilen hukuk fakültelerinden zaten bu sistemin ezberciliği ve unutkanlığının devamıyla beraber yine bir şey öğrenemeden mezun olmaktadır. Çünkü eğitimin temel taşları yerine oturtulmamıştır. Mesela sistematiklik gibi. Bununla beraber alışılan sistem, iyi denilen fakültelerin sistemiyle çakıştığında kötü olanın kendisi olduğunu öğrencilere en olmayacak zamanda, bir daha bunu düzeltemeyecekleri koşuldayken hatırlatmaktadır. Mesela işin işten geçtiği zaman gibi ayrıca bu sistemin kalıcı olacak şekilde düzelmesi adına hala bir değişiklik yapılmamaktadır. Mesela sağlam bir eğitim reformu gibi…
Çalışmanın tez kısmını savunanlar ve daha niceleri milli eğitim sistemimizin niteliğinin hukuk fakültelerinin niteliğini belirlediğini görememiş olacak ki kapatacak hukuk fakültesi arayışına girmişler fakat böylesi değişken ve zayıf bir sistemi kabul edip en iyi ezberci ve en çok formül bilenlerden olamayan potansiyel mağdur öğrencilere sınavın ‘atadığı’ niteliksiz hukuk fakültelerinin niteliksiz avukatları muamelesi yapılamaz. Bilinmelidir ki yargıdaki sorunların tamamı niteliksiz avukatlara dayanmamaktadır hatta niteliksiz hukuk fakültelerinin kurulmasından önce de bulunmaktaydı. Peki o zamanki yargı sorunlarını çözmek için üretilen argümanlar nelerdi? Yeni hukuk fakülteleri açmak mı dersiniz?
Antitezin, tez ile her açıdan taban tabana zıt olduğu da söylenemez. Bir avukatlık sınavının getirilmesi ve bunun da mevcut üniversite sınavından çok daha farklı uygulanarak nitelikli adayları seçmesi mevcut avukat kitlesi sorununa en büyük çözüm olacaktır (Hukuk fakültelerine 2020 girişli öğrenciler için bir avukatlık sınavı uygulanması söz konusu ancak bu sınavın, hakim/savcı adaylarının çoktan seçmeli bir sınava girdiği sistemde yazılı yapılması düşüncesi oldukça faraziye kaçmaktadır.). Bugün ABD’de uygulanan baro sınavlarının 2 güne ve uzun saatlere yayıldığını, soruların ise muhakeme etmeye ve yazmaya yönelik olduğu düşünüldüğünde böyle bir sistemin Türkiye’ye iktibas edilmesi hâlinde zaten nitelikli avukatlar mesleğine kavuşacak, niteliksizler ise sınavdan kalacak. Bu eklektik tavrın, okula göre avukat belirlenmesinden daha etik bir hukuk sistemi oluşturacağı kesin olmakla beraber yanlış bir eğitim sisteminin yaptığı sınavda başarısız olan öğrencilerin avukatlıkta da başarısız olacağı düşüncesi önyargıdan başka bir kimlik kazanmamaktadır. Yani aslında fakültelerin kapatılması niteliksiz avukatların değil sadece ve sadece fakültelerin sayısını düşürecektir.
2.3. SENTEZ = AVUKAT OLMA KOŞULLARININ DAHA ÇETİN BİR HÂLE GETİRİLMESİ
Tez ve antitezin ortak kümesi olan ‘nitelikli avukatlık sınavı’ ve birbirinden ayrılan noktası olan ‘fakülte kapatma çözümü’ bağlamında değerlendirme yapıldığında bu çalışmanın sonucu mahiyetindeki sentez ortaya şu şekilde bir tablo çıkarmaktadır:
-Makable şamil olmama ilkesi doğrultusunda bu yıl hukuk fakültesine girenler için geçerli olacak şekilde fakülteden mezun olan avukat adayları çoktan seçmeli ve ezbere dayalı değil, muhakeme yapmaya ve yazmaya yönelik ABD baro sınavları tarzında bir sınava tabi tutulmalıdır.
-Hiçbir hukuk fakültesi kapatılmamalıdır ancak mevcut niteliksizlik ve avukat yığınının ortaya çıkmasından mütevellit yapılacak sınav belli şartlara bağlanmalıdır:
İçeriği ABD’den iktibas edilen bu sınavın usul şartı ise Almanya’dan iktibas edilmelidir[10] fakat hiçbir kanun nasıl ki alıntılandığı ülkedeki gibi birebir uygulamaya geçmiyorsa bu sınav için de aynı durum söz konusu olmalıdır; yapılan avukatlık sınavına giriş hakkı iki ile sınırlandırılmalı ve iki hakkını da kullanan bir avukat adayının hukuk diploması geçersiz sayılmalıdır. Bu katı sistem, insanlardaki hukukun garanti bir bölüm olduğu algısını kıracak; birçok kişinin bu riski göze almamasından, alanlar arasında da sınavda başarısız olanların mezun oldukları okullar adına negatif bir etki bırakıp o okulların tercih edilmemesine yol açmasından ötürü hukuk seçen öğrenci sayısı en aza indirgenecektir. Bu sayının azalmasıyla birlikte yeterli öğrenciyi sağlayamayan üniversiteler, herhangi bir müdahale gerekmeden bünyelerindeki hukuk fakültelerini bizzat kendileri kapatacaktır.
Çalışmanın manidar bir son ile bitmesi adına;
Güney Afrika’da bir üniversitenin girişindeki yazı:
“Bir ülkeyi yok etmek için atom bombası veya uzun menzilli füzelere ihtiyaç yoktur. Bunun içi eğitim seviyesini düşürmek ve kopya çekilmesine izin vermek yeterlidir.
Bunun sonucunda:
-Hastalar, doktorların elinde can verir.
-Binalar, mühendislerin elinde çöküverir.
-Para, ekonomistler elinde kayıp olur.
-İnsanlık, dinci akademisyenlerin elinde ölür.
-Adalet, hakimlerin elinde yok olur.
Eğitimin çökmesi bir milletin çöküşüdür.”[11]
[1]* Öğrenci, Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi, demirkanhuseyincan@gmail.com [2] Türk Dil Kurumu Sözlüğü, sozluk.gov.tr, “avukat” sözcüğünün tanımı. [3] Fahrettin Demirağ - Hasan Çiftçi, Türkiye’de Hukuk Fakülteleri ve Hukuk Eğitimi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, op. cit., s. 259, Sayı 91, 2010 [4] Yükseköğretim Bilgi Yönetim Sistemi [5] Resmi Gazete, 23 Ekim 2020 [6] Türkiye Barolar Birliği, Avukat Sayıları, 2019 [7] Ayşe Karabat, “Dekanın İsyanı” başlıklı haber, Al Jazeera Türk, 2016 [8] “Nitelik Taşımayan Hukuk Fakülteleri Kapatılsın” başlıklı haber, Gazetekale, 2018 [9] Deniz Ayhan, “Çiğ Köfte Salonları Gibi Hukuk Fakülteleri Açıldı” başlıklı haber, Sözcü, 2019 [10] Çiğdem Sert, Almanya’da Hukuk Eğitimi ve Stajyerlik, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, op. cit. s. 341, Sayı 54, 2004 [11] Kemal Uysal, “Eğitim Meselesi” başlıklı makale, Gazete Bursa, 2017
KAYNAKÇA
Comments